Yıl 1995. Kasım ayı. Sonbahar kuvvetle muhtemel tüm ihtişamıyla nice yüreklere psikolojik saldırısını gerçekleştiriyordu. Ve o ortamda At The Gates kendileri için küçük, metal dünyası için büyük bir adım atarak o efsane albümünü, Slaughter Of The Soul’u yayınladı. Bunun o kadar mükemmel olduğunu düşündüler ki zirvede bırakma kararı aldılar.
Tam 19 yıl sonra gizemli bir video karşıladı bizi. 2007’de konserler için birleşen At The Gates’ten gelen video birçok insanı çıldırtmıştı. Gizemli videolar birbirlerini izlerken efsanenin 19 yıl aradan sonra devam edeceği sevinci ve endişesi bir arada yaşandı. ‘Ya eskisi gibi olur muydu her şey?’ Sanırım akıllardaki tek ve temel soru bu idi. Acaba olacak mıydı?
Bana kalırsa yapacağımız en büyük hata 19 yıl önce çıkan bir albümü temel alarak dönemin ve bugünün müzik piyasasını bir tutarak iki albümü karşılaştırmak olacaktır. Evet, ikisi de At The Gates fakat birisi Melodic Death Metal’in kurallarını koymuş dönemin At The Gates’i, diğeri de 95′ yılının efsanesini taklit edip başarısız olmuş sayısız grubun arasında yeni bir şeyler yayınlayacak olan At The Gates. Bu sebeple bir Slaughter Of The Soul beklemek At The Gates’e haksızlık olacağı gibi At The Gates’in albüm çıkarıyor olmasına şükretmemiz dahi gerekir. Ve bu albümü dinlemiş birisi olarak söylüyorum ki ne Slaughter Of The Soul ruhuna zarar vermiş bir At The Gates var ne de kendini tekrar etmeye çalışmış bir At The Gates var.
Grup ilk single’ı At War With Reality‘i yayınladıktan sonra last.fm verilerim de şahidimdir ki iki gün içerisinde yüzü aşkın kez şarkıyı dinledim. Bu mükemmel bir andı benim için. Tompa yine vokallerde o yanık sesiyle aklımızı alıyordu. Her şey olması gerektiği gibiydi. At War With Reality kendisini daha single şarkısından belli etmişti aslında.
Albümün ikinci şarkısı At The Gates tarafından yayınladığında albümü dinlemiş idim. Biraz üzüldüm aslında. Keşke Death And The Labyrinth isimli şarkıyı da 100 defa dinleseydim diye iç geçirdim. Fakat çok geç idi. Albümü dinlerken rahatsız olduğum bazı noktalar yok değildi. O da Tompa’nın birkaç şarkıya fazla gelmesi idi. Zira At The Gates’e değil de The Haunted’a yakışabilecek birkaç şarkı da yok değil albümde. O büyük beklentilerle ilk kez dinlerken elbette minik bir hayal kırıklığı yaşatıp albümün kalanı için endişe ettirmiş olsa da bir şekilde benimseyebileceğimiz şarkılar yazmışlar. Üstte bahsettiğim noktayı tekrar ele almak istiyorum şimdi, günümüz açısından değerlendirdiğimizde, At The Gates kadrosu dağıldıktan sonra The Haunted’ı kurup orada çalmış bunca müzisyen varken günümüz At The Gates müziğinde The Haunted’dan etkileşimler olmaması biraz hayalcilik olur. Bunu bir kenara koyarsak ‘yapmayın kardeşim, orijinal olun’ demek de haksızlık olur. Bu sebeple albümü değerlendirirken, Slaughter Of The Soul’u hatırlayıp burun kıvırdığınız şarkılar olursa bunun değerlendirmesini bahsettiğim şekilde yapın. Geçen sene Carcass’ın yaptığı geri dönüş öylesine iştah kabartmışa benziyor ki çoğu kişi At The Gates’den ikinci bir efsane bekledi. Albüm kendi içerisinde iyi bir albüm olsa da efsane bir albümden kesinlikle söz edemeyiz. Bu da birtakım olumsuz yorum getiriyor lakin Carcass ile karşılaştırırsak Carcass’ın son albümü Heartwork değil, Swansong idi. Fakat At The Gates tam anlamıyla zirvede bırakmıştı. Bence bunun altında da ezildi grup hiç hak etmemiş olsalar da.
Albümün müzikal yapısına baktığımız zaman At The Gates’in bundan önceki 4 stüdyo albümünden de izler taşıdığını, bunları günümüzün müzik anlayışıyla beraber At The Gates kalitesiyle harmanladığını görüyoruz. Böylece daha farklı, yeni bir At The Gates albümü ortaya koyulmuş. Yeni kısmı benim için çok önemli zira 95’in devamına benzeyen şeyler denemelerini görmeyi gerçekten ama gerçekten hiç istemiyordum. Yeni albüm denildiğinde tek endişe ettiğim şey de aslında buydu. Fakat endişelerimin yersiz olduğunu görmek beni son derece memnun etti.
Bana kalsa bir sürü şey yazabilirim lakin yazıyı yazdığım saat buna pek müsaade etmiyor. Bu sebeple yazıyı At The Gates’in ‘beklenen’ dönüşü yapmadığını fakat ‘yapmaları gereken’ dönüşü yaptığını söylerek sonlandırıyorum. Özellikle Tompa’nın harikulade performansını tekrar ön plana çıkarıp At The Gates’in müzikal yaşamına aynı anlayışla, bugünkü düşüncelerinden ödün vermeden, kendilerini yenileyerek gitmelerini temenni ediyorum. Hepinizi 8 Ocak 2015’teki ‘garajistanbul’daki At The Gates konserine davet ediyorum. Gelin, gelin ki gözlerimiz patlasın, beynimiz uçsun, kulaklarımız baklava yesin.
Türk Gitar Puanı: