Son albümü The Final Frontier`ı 2010 yılında çıkartan ve aklımızı başımızdan alan, heavy metal`in efsanesi, metal dünyasının en büyük gruplarından birisi olan Iron Maiden Bruce Dickinson’ın kanser haberiyle keyifleri kaçırmış olsa da kısa süre içinde hem Bruce’tan hem de gruptan iyi haberler vermişti. Bruce kanseri yenmişti, grup da The Book Of Souls ismiyle yeni bir albüm yayınlayacaktı.
Albüm 2 CD’den oluşan, kapağında Eddie’nin siyah bir fon önünde Afrikalı bir yamyam edasında göründüğü, sade ve şık tasarımlı bir albüm. Albümü anlatmadan önce birkaç minik bilgi de verelim. 92 dakikalık bu albüm, Iron Maiden tarihinin en uzun stüdyo albümü konumunda duruyor. 76 dakika süren The Final Frontier ikinci sıraya düşmüş durumda böylece. Ayrıca albümün kapanış şarkısı Empire of Clouds ise 18.02’lik süresiyle 13 küsür dakikalık Rime of the Ancient Mariner’ı en uzun Iron Maiden şarkısı olma ünvanından etmiş. Son bir bilgi de albümdeki Tears of a Clown isimli şarkıyı grup, Robin Williams’a adamış. Iron Maiden böyle hareketleri sever, biz de severiz destekleriz. Neyse, albüme gelelim.
Albümün klavye ve 1,5 dakikalık bir vokal ile açılmasından dolayı ilk bahsetmek istediğim şey klavyelerin yoğunluğu ve vokal olacak. Iron Maiden tarihinde klavyeye az çok yer vermiş bir grup. Fakat bunu son zamanlarda heavy metali daha atmosferik bir yapıya sokmak için daha çok kullanmaya başlamıştı. Dance of Death‘ten bugüne dek bu klavye kullanımı iyice artmıştı ve pek de şikayet eden yoktu bu durumdan. Sanıyorum ki The Book of Souls ile beraber artık bu duruma iyiden iyiye bir memnuniyet duyulmaya başlanacak çünkü klavye öyle güzel kullanılmış ki The Book of Souls, Seventh Son of a Seventh Son’dan sonra Iron Maiden’ı ilk kez progressive metale bu kadar yaklaştıran bir albüm olmuş.
Albüm progressive metale bu kadar yaklaşmış dedik ancak If Eternity Should Fail bittikten hemen sonra single olarak dinlediğimiz Speed of Light bir tokat gibi suratımıza çarpıyor. New Wave of British Heavy Metal’in öncüsü Iron Maiden’ın geçtiğimiz albümünde yazdığı The Alchemist şarkısı gibi albümde çok güçlü durmayan fakat türün temeline bağlılığını ortaya koyan, eğlenceli, kaliteli ve biraz da aykırı bir şarkı olarak göze çarpıyor. Aykırı dedim çünkü albümde Speed of Light kadar eğlenceli, hareketli bir başka şarkı yok. Tam anlamıyla old-school bir şarkı. Single olarak önümüze atılmasıyla da Iron Maiden gerçekten güzel hedef şaşırtmış. Tebrik etmek gerekir. Sanırım kimse Speed Of Light’ı dinleyip böyle karanlık bir albüm beklemezdi.
Seventh Son of a Seventh Son’da parlayan ve günümüze dek ara sıra grubun kullanmaktan çekinmediği akustik kısımlar ise bu albümde yine zirve yapmış durumda. The Red and The Black ve The Book Of Souls daha introlarından güçlü hem de çok güçlü akustik kısımlar barındırıyorlar. Bunların yanı sıra kalan şarkıların da çoğunda akustik kısımları kullanmaktan çekinmemiş grup. Solo gitarlarla yine inanılmaz melodiler yazmışlar. kaldı ki Maiden müziğinin karakteristik olayı olan bu durum için fazla yer ayırmak da zaten gereksiz olacaktır.
The Book Of Souls ile ilgili söyleyebileceğimiz bir başka önemli nokta bana kalırsa Seventh Son of a Seventh Son’dan sonra grubun yapmış olduğu en iyi albüm olduğudur. Bu öznel yorumun akabinden ne gibi önemli bir yorum gelebilir bunun merakıyla yanıp tutuşan arkadaşlar için de şöyle minik bir açıklamada bulunalım. Eski Maiden denilen olguyu müziği yenileyerek yıkıyorlar fakat eskiden oldukları gibi mükemmel olabiliyorlar. Eskimiyorlar, yaşlanıyorlar ama bilgeleşiyorlar, şarap gibi, gün geçtikçe kalitelerine kalite katıyorlar, tatlarını güzelleştiriyorlar.
Iron Maiden fanları bilirler ki grup kendi içinden de oldukça beslenen bir ekip. İlk aklıma gelen The X Factor albümündeki The Aftermath ile The Final Frontier albümündeki The Alchemist’in sololarının birbirlerine inanılmaz benziyor oluşu. Grup önceki eserlerinden esinlenme olayını The Book of Souls’da da sürdürmüş. Empire Of Clouds’un bir riffinin The Legacy ile benzerliği ilk gözüme çarpan nokta oldu benim de albümde. Aynı zamanda Shadows of Valley de Wasted Years’ı andırıyor. Ancak böyle benzerliklerin yanı sıra bambaşka tatlar ile süslenip bambaşka bir hava yaratılmış bir albüm gerçek bir ustalığın eseridir.
Kapak hakkında da birkaç teori üretmek istiyorum izninizle. Albümü henüz alamadığım için internetteki klasik görsele baktım ve yazının başında da belirttiğim gibi Eddie’nin Afrikalı bir yamyam havası verdiğini yazdım. Albümün ismi olan The Book of Souls’a bakınca aklıma The Book of Leaves efsanesi geliyor ve Eddie’nin de aslında antik dönemde yaşamış bir Güney Amerika medeniyeti mensubu olabileceği akıllara çağrışım yapıyor. Düşüncemde yanılmıyorsam Maiden’a da böylesi bir kapak yakışırdı diyesim geliyor. Harika düşünce. Harika konsept.
Netice olarak yazımı Iron Maiden’ı tebrik ederek bitirmek istiyorum. Çoğu incelememde yaptığım gibi enstrümanların kullanımını tek tek incelemek gibi bir gaflette bulunmak istemiyorum zira bu adamlar benim evimi bulur, içimi açar, tek tek beni inceler. Saygısızlığın lüzumu yok. Dinlediğim en iyi, en kaliteli Iron Maiden albümlerinden birisi olan The Book of Souls’a hayran kaldığımı tüm saygı ve sevgimle belirtiyor, bir sonraki albüm incelememizde görüşmek üzere diyorum.
Türk Gitar Puanı: