Bu yılın başında gösterime giren Whiplash, büyük bir davulcu olma hayalindeki Andrew Neyman`ın hikayesini anlatıyor. Türk Gitar’da kültür ve sanata odaklı bir arka bahçe yaratmayı düşündüğümüz için bu filmi ele alan bir yazı yazmaya karar verdim. Gelecek tepkilere göre kültür-sanat bölümünün temellerini atma fikrini biraz daha öne çekebilme ihtimalimiz var.
Ben bir sinema eleştirmeni olmadığım için o tarz konulara pek girmeden filmi ele almaya çalışacağım. Fragmanları seyrettiğiniz zaman bu filmin sıradan bir “yetenekli davulcu” filmi olduğunu düşünebilirsiniz. Hepimiz bu tarz filmlerden seyretmişizdir. Bir grup vardır ve o grubun esas oğlanı, yetenekli bir gençtir. Onun muhteşem yeteneği ile kazandırdığı bir “okul yarışması” vardır ve filmin sonu her zaman benzer şekilde sonlanır. Bu film kesinlikle öyle değil.
Yazının başlığını ilk olarak “her davulcunun izlemesi gereken bir film” olarak düşünüyordum ancak daha sonra bu filmin ilham vermek açısından yalnızca davulculara değil, enstrüman çalmak isteyen herkese bir şeyler katabileceğini gördüm. Filmin ana teması bir davulcunun başından geçen olayları ele almıyor –aslında alıyor fakat verilmek istenen mesaj o değil-. Onu zorlayarak, yeri geldiğinde aşağılayarak sınırlarını zorlamasını ve müzisyenlik kabiliyetini devamlı olarak arttırmasını sağlayan hocasını ele alıyor. “Aferin” kelimesinin ne kadar tehlike olduğundan bahsedilen kısımlar özellikle her müzisyenin kulağına küpe olacak cinsten. Daha fazlasını ve en iyisini yapmaya teşvik etmek yerine söylenen tek bir kelime -yani aferin-, özellikle müzisyenlerin gelişimi için bir duvar olabiliyor.
Filmde rock müziği küçük gören ifadelerin de yer aldığını söylemeden edemeyeceğim. Caz tabanlı müzik yapan bir grupla çalışan ve büyük bir caz davulcusu olmak isteyen Andrew Neyman, bir sahnede daha önce söylenmiş bir sözü anımsıyor: “Kabiliyetin yoksa sonun rock grubunda çalmak olur“. İlginç bir söz aslında. Fakat filmin içinde yer alan parçalardaki davullara bakınca hakikaten yetenek gerektiren partisyonlar olduğunu anlıyorsunuz. Klasik davul ritimlerinden çok farklı bir tarz söz konusu. İzlediğiniz zaman hakikaten “caz davulcusu olmak zor” şeklinde düşüncelere kapılıyorsunuz. Bu çok önemli bir şey… Ben zaten müziğin içinde olduğum için bu durumu idrak etmem daha kolay. Davul çalmayan ya da bu tarz müziklerle içli dışlı olmayan insanlara bile bu izlenimi aşılamayı başaran bir film olmuş.
Öte yandan filmde dikkatimi çeken en önemli unsurlardan biri davulların zilleri. Türkiye’den dünyaya açılan zil markamız Bosphorus İstanbul, filmin tamamında gözümüze sokuluyor. Özellikle imzalanmış bir sponsorluk anlaşması var mı bilmiyorum ancak Türkiye açısından mükemmel bir olay. Filmin en kötü yanı ise bana göre bitişi oldu. Sanki film yeni başlayacakken bitmiş gibi oldu. Fakat son sahnede verilen mesaj gerçekten muazzamdı.
Virtüöz olmak isteyen, hatta onun da ötesine geçmek isteyen bir gencin başından geçenleri izlemek çok keyifliydi. Özellikle gitar alanında bunu yapmak isteyen çok fazla okurumuz olduğuna inanıyorum. Daha önce yaptığım röportajlarda da virtüöz gitaristler hep “çalışmanın önemini” vurguladılar. Günde 12 saat gitar çalışmak bir ütöpya değil. Gerçekten bunu yapan insanlar var. Ve çoğu filmde olduğu gibi bunu obsesiflik düzeyinde sürdüren insanlar. Bu takıntının bir sonucu olarak virtüöz olmayı başarıyorlar. Son olarak, çalışarak başaramayacağınız hiçbir şeyin olmadığını bizlere gösteren bir film. Ve tabii ki yetinmek yerine devamlı olarak bir üst noktayı hedeflemenin gerekliliğini bizlere anlatan bir film. Eğer iyi bir müzisyen olmak istiyorsanız, kesinlikle izlemeniz ve ilham almanız gereken bir film.