Pink Floyd’u Sevmek İçin 8 Sebep

0
209

1) Her Albümünün Bir Kompozisyon Oluşturması

Pink Floyd albümleri diğer müzik gruplarının albümlerine benzemezler. Her biri başlı başına sanat eseridir. Şarkılar birbirinden ayrılıp farklı parçalar oluşturmaz. Hepsi bir bütündür ve bir aradadır. Bir şarkı bittiğinde diğer şarkıya geçiş birleşik olur, sanki tüm albüm tek bir şarkı gibidir. Bu yüzden ışıkları kapatıp, kulaklıklarınızı takıp Dark Side Of The Moon’ı dinlemeye başladığınızda sadece müzik dinlemezsiniz, hayatın gerçeklerinden uzaklaşıp bir yolculuğa çıkarsınız.

2) Büyük Bir Kitleye Hitap Etmesi

Her grubu herkese dinletemezsiniz, yaşına ve müzik zevkine göre dinleyip sevebileceği türler vardır. Ama Pink Floyd’un müziği içinde o kadar çok öğe ve enstürman barındırır ki, onu elindeki şarap bardağıyla sanat galerilerini dolaşan cazcı amca da, sokaklarda eylem yapan anarşist genç de, derslerden kafasını kaldıramayıp öğretmeninin baskısına dayanamayan ergenlik çağındaki öğrenci de, Facebook sayfalarında Metallica mı daha iyi Megadeth mi muhabbeti yapan metalci genç de, hormonları zirve yapan Pink Floyd tişörtüyle fotoğraf çekilmiş Tumblr kızı da sever. Çünkü Pink Floyd’un eğitim sistemine isyan eden Another Brick In The Wall’u da; caz, blues, psychedelic karışımı olan Shine On Your Crazy Diamond’ı da, prim yapmak isteyen ergenlerin aşk şarkısı zannettiği Wish You Were Here’ı da vardır.

3) Sahip Oldukları Eşsiz Sound

Pink Floyd şarkılarının içinde caz, blues, rock, psychedelic, hard rock gibi çok çeşitli türler bulunur. Bunu göz önüne alınca grubun şarkıları birbirinden çok farklı, çok türlü olacağı düşünülebilir. Ancak Pink Floyd müziğini öyle bir büyüle harmanlar ki, bu türlerin hepsi tek bir sound oluşturur ve psychedelic rock olarak karşımıza çıkar. Bu yüzden Pink Floyd büyük kitlelere hitap eder.

4) Bünyesinde Çok Fazla Yetenekli Müzisyen Barındırması

Çoğu rock grubunda yetenekli bir frontman vardır ve besteleri o yapıp grubu o ayakta tutar. Diğer üyeler sadece orkestra niteliğindedir. Ama Pink Floyd’un Roger Waters’ı, David Gilmour’ı ve Syd Barret’ı vardır.

5) Muhteşem Konserleri

Pink Floyd konserleri sadece konser değillerdir. Aynı zamanda bir şov ve bir kliplerdir. Hiçbir grup Pink Floyd gibi konseri bir filme dönüştüremez. Pink Floyd sahnede duvar inşaa eder, kendilerini duvara kapatmalarına sebep olan etkenleri şarkılar, duvara yansıyan muhteşem görüntülerle anlatırlar ve en sonunda duvarı yıkarlar. Duvarların en büyüğünü, Berlin duvarını da Roger Waters The Wall şovuyla yıkmıştır.

6) Psychedelic Rock’ı En İyi Yapan Gruplardan Biri Olmaları

Pink Floyd şarkıları, müziğin insan ruhunu etkileme biçimini çok daha etkili bir şekilde kullanır. Albümü dinlerken insanı yolculuğa çıkartan şey şarkılar içinde kullanılan konuşma sesleri, efektler, uçak sesleri vb. etkenlerle beynin içine kadar işlerler. Pink Floyd dinlemek i-Doser kullanmaktan farksızdır.

7) Ardından Gelecek Bir Çok Rock-Metal Grubunu Etkileyip İlham Olmaları

Çok sayıda sanatçı Pink Floyd’un müziğinden etkilenmiştir. David Bowie Syd Barrett’ı büyük bir ilham kaynağı olarak tanımlamaktadır. The Edge, ilk gecikme pedalını Animals albümündeki açılışı duyduktan sonra almıştır. Pet Shop Boys Marillion’un gitaristi Steve Rothery de Wish You Were Here albümünü büyük bir ilham kaynağı olarak göstermektedir.

Bunun dışında pek çok grup Pink Floyd’dan etkilenmiş ve şarkılarını cover’lamışlardır. Bunlardan bazıları: Moğollar, Kurtalan Ekspres, Foo Fighters, Dream Theater, My Chemical Romance, Porcupine Tree, The Mars Volta, The La’s, Queen, Oasis, Iron Maiden, Stone Temple Pilots, Coheed and Cambria, Tool, Queensryche, 30 Seconds to Mars, Scissor Sisters, Rush, Radiohead, Gorillaz, Mudvayne, Nine Inch Nails, Korn, Primus, System of a Down, Smashing Pumpkins’dir.

8) Cesur Protest Yapıları

Pink Floyd denince akla gelen ilk şeylerden biri grubun baskılara, tabulara, savaşa, adaletsizliğe isyan içinde olmasıdır. Zaten bu isyan rock ve metal müziğin olmazsa olmazıdır, ruhunun temelidir.

Pink Floyd’un en protest albümü şüphesiz ki The Wall’dur. The Wall’un filmini de oluşturan hikayesi, aslında Roger Waters’ın yaşam öyküsünün ta kendisidir. Pink adlı karakterin babası 2. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybetmiştir (aynı Waters’ın babası gibi). Pink hiçbir zaman kendini toplumun bir parçası olarak hissetmemiştir, hem toplumun baskısına maruz kalmıştır. Okulda öğretmenlerinden baskı görmüş “eğitime ihtiyacımız yok” diye isyan etmiştir. Hayatın her alanında topluma, insanları köleleştiren devlete dayanamamıştır. Evlenmiş ve aldatılmıştır. Son sığınağı annesi olmuştur. Annesi de ona devlete isyan etme, topluma uyum sağla, benim sözümü dinle öğütlerini verince hiçbir dayanak noktası kalmaz ve kendini toplumdan tamamen soyutlayarak duvarın içine kapanır. Ancak duvarın içi çok karanlıktır ve daha fazla dayanamaz. Kendini içeriye kapatmasına sebep olan dışarıdakilere seslenir ve “hey sen, duvara tuğlaları taşımalarına yardım etme, ışığı kapatmalarına izin verme” diyerek yardım ister. Ancak duvar aşılamayacak kadar yüksektir ve aşmak sadece hayaldir. En sonunda içeride kalmaya dayanamaz ve kendini güçlü bir lidere dönüştürür, karşısında duvarlar yıkılır, güç artık onundur ama yavaş yavaş güç onu yozlaştırır ve bir diktatöre dönüştürür, artık mutlu değildir.

The Wall toplumun ve devletin insanları nasıl da aciz düşürüp yok ettikleri hakkında yapılmış en iyi sanat eserlerinden biridir.