Selamlar. Uzun zamandır beklediğim bir albümün incelemesini yaptığım için çok mutluyum. Öncelikle Sabaton`a yabancı olanlar için kısa bir özet geçeyim. Konserlerine gittiğinizde aslında siz de konser veriyorsunuz. Şarkılarını dinleyince adeta bir tarih kitabı okuyormuş gibi oluyorsunuz. İnternette performanslarını izlerken “konserleri olsa da gitsek ya” diyorsunuz. Öyle bir grup Sabaton. Power metal türünün yükselen yıldızı, tarih kitaplarının rifflere ayrılmış hali. Sanırım güzel bir özet oldu.
Albüm, her Sabaton albümünün yaptığı gibi sizi askerlik yapmaya teşvik ediyor diyebilirim. Zaten Sabaton, savaş ve tarih temalı şarkı yazma konusunda uzmanlaştı. Sekiz albümde farklı farklı konuları aynı temayla anlatması ve son albümde bile hayranlarını heyecanlandırması bunun kanıtı. Albüm çıkmadan önce müthiş bir reklam yapıldı. Sabaton ve Nuclear Blast, bu yeni albüme bizi aylardır hazırladılar. Sürekli albüm tanıtım videoları kanallarda ve resmi hesaplarda dolaştı, yeni şarkılar tam bir pazarlama ustalığıyla doğru zamanlarda insanlara sunuldu.
Nisan-Mayıs aylarında kaydedilen albümün ilk single’ı The Lost Battalion, 10 Haziran tarihinde yayımlandı. İlk tepkilerden gayet memnun kalan Sabaton, bir yandan da turneye moralli bir şekilde devam ediyordu. Temmuz ayının ilk günlerinde, grubun İstanbul konseri öncesi yaptığımız röportajda da gördüğümüz üzere, bas gitarist Par Sundström yeni albümlerini işaret ederek “çok güzel albüm oldu, biz beğendik umarım siz de beğenirsiniz” diyerek reklama devam ediyordu. Konser sırasında da vokalist Joakim, “1 ay sonra yeni albüm çıkıyor, alın dinleyin metal müziğe can verin” tarzı konuşup bizleri iyice meraklandırdı. 15 Temmuz’da ise ikinci single olan Blood Of Bannockburn piyasaya çıktı. Britanya topraklarında geçen kanlı bir savaşı anlatan şarkı, Sabaton tarzından bir nebze farklıydı fakat çok sevildi. Tabii single’lar arasında albüm tanıtım videoları yayınlanmaya devam ediliyor, grup üyelerinin “bak valla şahane albüm oldu ya, deli eğlendik” tarzı açıklamaları metalseverlere sunuluyordu. 12 Ağustos günü üçüncü ve son single Shiroyama, dinleyiciye sunuldu. Samurayların son direnişini anlatan şarkı, artık ufukta görünen albümün sound’unun habercisiydi. Bildiğimiz Sabaton, daha da güçlenerek geliyordu!
19 Ağustos’un ilk saatlerinde Spotify üzerinden dinlediğim albüm, bana her şarkıda sesi bir seviye daha açtırıyordu. İlk parçadan son parçaya kadar kendine esir eden bu albüm, bu yazıyı yazarken de bendenizin kulaklarını şenlendiriyor. Hatta arada klavyeden ellerimi kaldırıp Joakim’in yaptığı gibi tempo tutuyorum. 44 dakikalık albüm su gibi geçip gidiyor. 1 saniyesinde bile sıkıldığımı söyleyemem. Bazı kaynaklara göre 3 bonus parça var fakat Nuclear Blast resmi kaynak olduğu için onun bilgisini doğru bilgi olarak sayıyoruz ve 2 bonus parça var diyoruz. Bunlardan biri Camouflage (Stan Ridgway), diğeri All Guns Blazing (Judas Priest). Diğer bonus şarkının Afraid To Shoot Strangers (Iron Maiden) olduğu yazılı fakat aramalarıma rağmen bulamadım. Neyse, biz diğer parçaları ele alalım.
Şöyle bir gerçek var. The Last Stand sıradan bir albüm değil çünkü grup sıradan bir grup değil. Tarihi, parçalarda anlatılan kişi veya savaşçıların zihninden dinliyorsunuz. Örneğin, Winged Hussars şarkısında Osmanlı İmparatorluğu’nun II. Viyana Kuşatması anlatılıyor. Viyana tarafından anlatılan savaş, şöyle şarkı sözleri barındırıyor:
Gökten top gülleleri yağıyor
Yeniçeriler ölmeye hazır mısınız?
İntikamımızı göz göze alacağız.
Savaşta bahsedilen “Winged Hussars” yani “Kanatlı Süvariler”, Lehistan Kralı III. Jan Sobieski’nin emriyle savaşa dahil olduktan sonra Osmanlı ordusu Belgrad’a kadar çekilmek zorunda kaldı ve ikinci kuşatma da başarısız oldu. Bir nevi “Winged Hussars”, savaşın kaderini değiştirdi. Şarkı mı dinliyoruz, İlber Ortaylı’yı mı izliyoruz… İşte Sabaton farkı. Bu sadece bir şarkının detayı. Daha böyle 10 şarkının olduğunu da varsayarsak, dopdolu bir albüm bizi bekliyor.
Albüm Sparta şarkısıyla başlıyor. Tahmin edeceğiniz üzere 300 Spartalıyı anlatan şarkı Yunanlardan giriyor, Perslerden çıkıyor, Spartalılar asla pes etmez diyerek soloya bağlanıyor. İnanılmaz gaz bir şarkıyla başlıyor albüm. Dinleyince bana hak vereceksiniz.
Her şarkıyı teker teker anlatıp albümü keşfetme zevkini sizden alacak değilim ama yüzeysel de olsa bahsetmem lazım. Albümün diğer şarkılarında yıllarca Sırp ordusuna hizmet etmiş Dragutin Gavrilovic, İngiliz ve İskoç güçlerinin çarpıştığı Bannockburn Savaşı, I. Dünya Savaşı’nın son büyük itilaf devletleri saldırısı olan Meuse – Argonne Savaşı, 1879 yılındaki İngiliz Anglo askerlerinin Zululara yaptığı katliam, 1527’deki Roma Yağmalaması sonucu Vatikan’ın İsviçreli muhafızların yağmacıları durdurup Papa’nın kaçmasını sağladığı olay, 1988 yılındaki Sovyet-Afgan savaşı, Son Samuray direnişi (bundan zaten bahsettik), Amerikan Nazi savaşları gibi olayları konu alıyor. Yazarken çok şey öğrendim.
Sound alıştığımız gibi. Hızlı şarkılar da yavaş şarkılar da insanı coşturuyor. Grubun en iyi albümü olduğunu söyleyemem ama ilk 3’e çok rahat alırım şahsen.
Özetleyecek olursak, dinleyiciyi asla pişman etmeyecektir. Vakit kaybı olarak kesinlikle düşünmeyin, bir şekilde edinip bu muazzam albümün tadını çıkarın. En büyük keyif, şarkılara tempo tuttuktan sonra “bu savaşa bir bakayım, ilginçmiş” diye araştırmak olacaktır. İyi dinlemeler!
Türk Gitar Puanı: